
Hastaneden sonra ise yine Nişantaşı’nda bir eve, yakın arkadaşım Aslı’nın annesi Ayla Teyze’nin duasına gidiyordum. Ev, ailesi, akrabaları, dostları, komşuları, eşi, kızı ve onların arkadaşları ile dolmuştu. Herkes acılıydı ama kasvetli bir hava yoktu. Özellikle eşinin ve kızının gözlerinde derin bir sevgi okunuyordu. Meğer o gün aynı zamanda Ayla Teyze’nin doğumgünüymüş ve sevdikleri ona adeta bir parti hazırlamışlar. Eller açıldı, dualar okundu, gözyaşı döküldü ve sessiz sedasız uykusunda veda eden Ayla Teyze’ye Allah’tan rahmet dilendi. Geride kalan bizler, Ayla Teyze için elimizden ne gelirse onu yaptık, onu sevgi ve saygıyla andık.
Aynı günde bir doğum, bir ölüm. Aynı günde kim bilir kaç kişi dünyaya gözünü açıyor, kaç kişi kapatıyor? İlk nefes ve son nefes. Aslında hepimiz için iki tarih de belli. Arasını nasıl doldurduğumuz önemli. Biz sadece ilkini biliyoruz: doğduğumuz tarihi. Acaba ikinciyi de bilseydik, arasını doldurma konusunda daha mı bilinçli ve titiz olurduk? Bu dünyadan ayrılmadan geride anlamlı bir şey bırakma çabasına mı girerdik yoksa herşeyi boşverip günümüzü gün mü ederdik? Kendimize ve sevdiklerimize nasıl davranırdık? Her dakikanın hakkını vererek yaşamak nasıl olurdu? Manevi dünyamız nasıl etkilenirdi? Kendimizi öleceğimizi bildiğimiz tarihe ve o tarih sonrasına nasıl hazırlardık?
Tüm bu sorulara cevaben, şu ankinden daha olumlu olurdu diyorsak eğer, unutmayalım ki aslında önceden belirlenmiş bir tarihten sadece bizler haberdar değiliz. Bu, gerçekte neyi değiştirir ki?
çok güzel anlatmışsın..
YanıtlaSil