26 Nisan 2011 Salı

Seçmek Özgürlük mü, Esaret mi?

Bilmem kaçımız farkındayız; fırsatlar ve seçenekler okyanusundayız hepimiz. “İstersen herşey mümkün, yeter ki iste” klişesinin altında yatan durum. Evren sınırsız seçenek ve kaynak sunuyor bize. Biz ise bu engin denizde kimi zaman olduğumuz yerde duruyor, sadece dibe batmamak için gereken minimum çabayı sarfediyor, başımız suyun üzerinde nefes alalım yeter diyoruz.

Neden yüzmüyoruz? Yüzmek daha fazla çaba, daha çok enerji sarfetmek demek. Onu göze aldık diyelim, ama asıl sorun: Yüzmek seçim yapmak demek. Hangi yöne doğru yüzeceğine karar vermek. Diğer yönlerden en azından o kararı verdiğin an vazgeçmek demek. Yüzeceğin yönü gerçekten istediğine ve seçimine yürekten inanmak demek. Aklının başka yönlerde kalmaması demek. İşte bu seçim kimine o durduğu yerden kurtulmak yani özgür olmak hissi verirken, durduğu yerde “böyle iyi, en azından zihnimi ve bedenimi çok yormuyorum, belki rüzgar çıkar dalgalar önüme güzel bir şeyler getirir ruhum da beslenir” diyenler içinse bir esaret. Ya diğer yönlerde daha enteresan bir şeyler varsa, ya tüm bu kulaçları boşa atıyorsam, ya asıl kısmetim beni aksi yönde bekliyorsa, ya onca sene durduğum yerde az daha dursaydım o kısmet önüme gelecek idiyse, ya yaptığım seçimden, verdiğim karardan pişman olur ama geri dönemezsem… İyisi mi ben bu okyanusta durmaya devam edeyim ve benim için hala tüm fırsatlar ve seçenekler daim olsun. Aslında bu da bir seçim değil mi? Seçmemeyi seçmek.

Seçimle gelen özgürlük… Peki bu nasıl oluyor? Bu özgürlük hissine zihin, beden, kalp ve ruh bütünlüğünde seçim yapılınca ulaşılıyor. Kişi, en doğru seçimi yapmak adına alternatif yönleri analiz etmek yerine, içine döndüğünde kendine ne istediğini, neyle mutlu olduğunu, nasıl bir güne her gün heyecanla gözünü açacağını, neyin onun için anlamlı olduğunu, kendini nasıl bütün hissedip en iyi şekilde ifade edebileceğini ve içindeki hazineyi hangi amaç ve kimler için bu dünya getirdiğini sorduğunda o “en doğru” yön beliriyor. İşte seçim böyle netleşiyor, netlik özgürlük getiriyor.

Ve bu sadece bir yön, yüzmeye devam, bitiş çizgisine gelmedik ki. Muhtemelen yüzerken bu yön bize bambaşka seçenek ve fırsatlar çıkaracak ve biz yine içimize dönüp aynı soruları sorarak yön seçip yol almaya devam edeceğiz. Bu seçimde sadece özgürlük değil, kutlama da var. Seçim yapan ve seçtiği yolda ilerleyen arada bir durup soluklanmalı ve geriye bakıp katettiği yolu önemsemeli, kendini cesaretinden, inancından, vizyonundan, kararlılığından, çalışkanlığı ve azminden dolayı kutlamalı. İşte bu takdir ve kutlamalar da ona bir sonraki kulaçlarında yakıt olmalı. Yoksa ruh yakıtsız, beden enerjisiz kalırsa yol nasıl alınır?

En doğru seçim diye de bir şey yok. Sadece o an için aslolan var. Ve yaşam dinamik, yol uzun, seçenek çok… Yeter ki bir duba gibi olduğumuz yerde saplanmış kalakalmayalım. Ya da her esen rüzgarla oradan oraya savrulmayalım. Nasıl bir okyanustayız fark edelim, isteyelim ve istemekle yetinmeyip istediğimizi seçelim ve o okyanustaki sisteme güvenelim. Ruhumuzu özgürleştirelim.

O halde siz neyi seçiyorsunuz? Özgürlüğü mü, esareti mi?

7 Nisan 2011 Perşembe

DUYGU AĞACI


Uzun zamandır yazamadım blogumuza. Paylaşılacak çok şey var J

Son üç gündür kızımla inanılmaz bir iletişim içerisindeyiz. Yoga hocam Didi Uttama ile yaptığım bir konuşmada bana çocuklarının söylediklerine kulak ver demişti. Bu söylediği kulağıma küpe oldu ve Lal ile olan konuşmalarımıza daha dikkat etmeye başladım.

Bir akşam uykuya geçmeden önce kızım bana “anne sen neden çocuk yogası dersi vermiyorsun” diye sormuştu. O anda iç sesim konuşmaya başlamıştı “sahiden neden çocuklara yoga dersi vermiyordum, neden bir türlü başlayamıyordum. Sonuçta on seneye yakın çocuk konusunda çeşitli projelere imza atmıştım, kendi çocuklarım vardı. TEGV parkında çocuklara bir dönem yoga yaptırmıştım. Şimdi ise sertifikalar arasına yeni bir sertifika eklenmişti “Çocuk Oyun Yogası”. Bu sorunun cevabını ertelemeye karar vermiştim ki, bir kaç hafta sonra bu soru tekrar farklı bir şekilde karşıma çıkana kadar.

Bir kaç hafta sonra Lal tatile girdi ve yoga derslerime katılmak istediğini söyledi. Yetişkinlerle birlikte nasıl olacaktı bilemiyordum ancak belki o bize bir şeyler öğretecekti...

Cumartesi günü arabada giderken Lal “inşallah dersine kimse gelmez ve ikimiz ders yaparız” dedi. Kalbinden ne dilediğine dikkat et çünkü gerçekleşir derler ve derse kimse gelmedi J İşte kaçtığım çocuk yogasını deneyimlemem için evren bana imkan sunmuştu. Bu an o andı ... O ana odaklandım ve tamamen kendimi akışa bıraktım. Yanıma boya kalemleri ve kağıt almıştım. Hadi resim yapalım, şu andaki hislerimizi kağıda aktaralım dedim. Kızım Lal inanılmaz anlamlı bir resim çizdi. Adı “Duygu Ağacı”. İki ağaç ve yanlarında kanatları var. Bu iki ağaç çok renkli, ortası mor ve etrafında ışık var. Bu resmi görünce tüylerim ürperdi ve hala çok duygulanıyorum.

Kızım bana bu yolculuğumda sanki rehberlik ediyordu. Bana inanıyor, içimdekinin ortaya çıkması için çaba sarf ediyordu. Onun yardımını kabul ederek bu yeni yolculuğuma yelken açmaya karar verdim.

Bu sırada son iki derstir birlikte yoga yapıyoruz. Demek ki derslere bu sıra kimsenin gelmemesi gerekti J Bana oyunlar öğretiyor, resim çiziyor, sohbet ediyoruz.

Sanırım çocuklardan öğrenecek çok şeyim var J Eminim sadece yanlız ben değilim. Çocuklarımıza veya kendi etrafımızdaki çocuklara açık olalım. Onları can kulağımızla dinleyelim ... bakalım bize anlatacakları neler var?