“It is good to have an end to
journey toward; but it is the journey that matters, in the end.”
Hayatımda hiçbir zaman eş dost arasında sporcu bir kişilik
olarak bilinmedim. Hatta daha gerilere gidersem beden derslerinden bile muaf
tutulan bir çocuktum. Ama bu yaza bir ultramaraton, bir de Likya Yolu macerası
sıkıştırdığım gibi Belgrad Ormanı’nda, Avrasya’da, Runtalya’da devam ediyorum
koşmaya.
Herşey bir sabah işe giderken Boğaziçi köprüsü üzerinde
arabayı geri vitese takma isteğimle başladı. Doğumgünümde kendime “challenge”
hediye etmeye karar verdim . Gittiği yere kadar gider diyerek, Hillside’ın
Likya Yolu Challenge programına katılmaya karar verdim.
Likya Yolu antremanlarında ilk olarak, gerçekten düzenli spor
yapmanın ne demek olduğunu kan- ter içerisinde anladım. Likya Yolu çok yakın
görünmese de, bu işten keyif almaya başladığıma gore vazgeçmem için hiçbir
neden yoktu. Tek engel koşamayacağıma dair çocukluğumdan kalma takıntımdı. İşte
bunu aşmak, biraz daha uzun sürdü.
Durup dururken kendimi Runfire Cappadocia’da buldum. Adının
çöl maratonu olması korkutmalıydı beni, artık sabahları köprüde ağlamaklı
olmama neden olan bir işim bile olmadığı için, en kötü ihtimalle fotoğraf çekmek,
etrafı gezmek motivasyonuyla gittim Kapadokya’ya. Sporcu ve maratoncuları görür görmez, aslında
ait olmadığım bir yere geldiğimi anladım. Üstelik gerçek
ultramaratoncuların yanında “fasulyeden” sayılabilecek 4G kategorisindeydim. İlk
gün biz daha yeni tişörtlerimizle poz poz fotoğraflar çektirirken start
verildi. Şaka değil, bu gerçek bir yarıştı. Benim ise hala neden orada olduğuma
dair gerçek bir fikrim yoktu. İlk gün, ilk etapta, ilk adımı attım ve sadece attığım
her adımdan keyif aldığım için bir sonraki adımı atarak, az koşarak-çok
yürüyerek, manzaralara büyülenerek, kendi kendime konuşarak, müziği
düşünerek, 4 günde 74 km’yi tamamladım.
Spor hayatım bir ultramaraton organizasyonu ile başlamıştı! Ben yarışı
bitirmiştim ama tabii ki koşmak konusunda psikolojik engellerim hala
benimleydi. Öyleyse gerçek “challenge” artık belli olmuştu: koşmak. Hayatımda ilk
kez yaz tatiline giderken koşu ayakkabılarım vardı yanımda. Hedefime Ağustos’un
son gününde ulaştım, Belgrad ormanı parkurunu ilk kez kesintisiz tamamladım.
Likya antremanları devam ederken, artık sadece antremanların
keyfini çıkarmakla yetinmiyor, bu yolculuğa gerçekten katılmayı istiyordum. Ve
yolculuğa sadece 2 hafta kala katılmaya hak kazandım. Bedenim zamanının tüm
getirdiklerini yaşarken 20’li yaşlarımda kalan trekking ruhum birden tüm
canlılığıyla ortaya çıktı ve bugünkü bedenimi ele geçirdi. Attığım her adımdan büyük bir heyecan ve keyif
duyuyor, enerjim azalacağına artıyordu.
Likya Yolu’nu 3 ekip, kimi zaman el ele kimi zaman peşpeşe,
adım adım, toplam 9 günde tamamladık. Yol bitti, “challenge” tamamlandı.
Yol ve yolculuk bittiğinde hissettiğim asla yorgunluk değil,
yeni bir yola çıkmanın heyecanıydı. Likya Yolu biterken benim hayatımda bir çok
şey birden başlıyordu. Martılarım birer zümrüdü anka kuşuna dönüşmüştü.
Likya Yolu’nu tamamlamanın bir hedef değil, Nisan ayında
başladığım yolculuğun sadece bir durağı olduğunu biliyordum. Bu yolculukta
eskiye dair bana ait bir çok şey küllerin arasından yeniden hayat buldu, bana,
başladığım yolculukta ihtiyacım olan enerjiyi sağlayacak güce dönüştü.
Bu seneye kadar benim için sadece köprünün bir kaç
saatliğine kapanması anlamına gelen Avrasya maratonu bu yıl birden benim için
de bir hedef oldu. Hedefim koşmaya ara vermeden tamamlamaktı, tamamladım.
Bunu yaparken üç kuruş bağış bile
topladım.
Koşuyorum, koşabiliyorum. Sadece yollarda, ormanda,
organizasyonlarda değil, yeni hedeflerime koşuyorum.
Her ne kadar yolculuğun kendisi varılacak hedef kadar önemli
olsa da bundan böyle hiçbir koşuyu yarım bırakmak yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder