7 Aralık 2012 Cuma

Koştum koştum…koşuyorum....



“It is good to have an end to journey toward; but it is the journey that matters, in the end.” 



Hayatımda hiçbir zaman eş dost arasında sporcu bir kişilik olarak bilinmedim. Hatta daha gerilere gidersem beden derslerinden bile muaf tutulan bir çocuktum. Ama bu yaza bir ultramaraton, bir de Likya Yolu macerası sıkıştırdığım gibi Belgrad Ormanı’nda, Avrasya’da, Runtalya’da devam ediyorum koşmaya.

Herşey bir sabah işe giderken Boğaziçi köprüsü üzerinde arabayı geri vitese takma isteğimle başladı. Doğumgünümde kendime “challenge” hediye etmeye karar verdim . Gittiği yere kadar gider diyerek, Hillside’ın Likya Yolu Challenge programına katılmaya karar verdim.

Likya Yolu antremanlarında ilk olarak, gerçekten düzenli spor yapmanın ne demek olduğunu kan- ter içerisinde anladım. Likya Yolu çok yakın görünmese de, bu işten keyif almaya başladığıma gore vazgeçmem için hiçbir neden yoktu. Tek engel koşamayacağıma dair çocukluğumdan kalma takıntımdı. İşte bunu aşmak, biraz daha uzun sürdü.

Durup dururken kendimi Runfire Cappadocia’da buldum. Adının çöl maratonu olması korkutmalıydı beni, artık sabahları köprüde ağlamaklı olmama neden olan bir işim bile olmadığı için, en kötü ihtimalle fotoğraf çekmek, etrafı gezmek motivasyonuyla gittim Kapadokya’ya. Sporcu ve maratoncuları görür görmez, aslında ait olmadığım bir yere geldiğimi anladım. Üstelik gerçek ultramaratoncuların yanında “fasulyeden” sayılabilecek 4G kategorisindeydim. İlk gün biz daha yeni tişörtlerimizle poz poz fotoğraflar çektirirken start verildi. Şaka değil, bu gerçek bir yarıştı. Benim ise hala neden orada olduğuma dair gerçek bir fikrim yoktu. İlk gün, ilk etapta, ilk adımı attım ve sadece attığım her adımdan keyif aldığım için bir sonraki adımı atarak, az koşarak-çok yürüyerek, manzaralara büyülenerek, kendi kendime konuşarak, müziği düşünerek,  4 günde 74 km’yi tamamladım. Spor hayatım bir ultramaraton organizasyonu ile başlamıştı! Ben yarışı bitirmiştim ama tabii ki koşmak konusunda psikolojik engellerim hala benimleydi. Öyleyse gerçek “challenge” artık belli olmuştu: koşmak. Hayatımda ilk kez yaz tatiline giderken koşu ayakkabılarım vardı yanımda. Hedefime Ağustos’un son gününde ulaştım, Belgrad ormanı parkurunu ilk kez kesintisiz tamamladım.

Likya antremanları devam ederken, artık sadece antremanların keyfini çıkarmakla yetinmiyor, bu yolculuğa gerçekten katılmayı istiyordum. Ve yolculuğa sadece 2 hafta kala katılmaya hak kazandım. Bedenim zamanının tüm getirdiklerini yaşarken 20’li yaşlarımda kalan trekking ruhum birden tüm canlılığıyla ortaya çıktı ve bugünkü bedenimi ele geçirdi. Attığım her adımdan büyük bir heyecan ve keyif duyuyor, enerjim azalacağına artıyordu.

Likya Yolu’nu 3 ekip, kimi zaman el ele kimi zaman peşpeşe, adım adım, toplam 9 günde tamamladık. Yol bitti, “challenge” tamamlandı.

Yol ve yolculuk bittiğinde hissettiğim asla yorgunluk değil, yeni bir yola çıkmanın heyecanıydı. Likya Yolu biterken benim hayatımda bir çok şey birden başlıyordu. Martılarım birer zümrüdü anka kuşuna dönüşmüştü.
Likya Yolu’nu tamamlamanın bir hedef değil, Nisan ayında başladığım yolculuğun sadece bir durağı olduğunu biliyordum. Bu yolculukta eskiye dair bana ait bir çok şey küllerin arasından yeniden hayat buldu, bana, başladığım yolculukta ihtiyacım olan enerjiyi sağlayacak güce dönüştü.

Bu seneye kadar benim için sadece köprünün bir kaç saatliğine kapanması anlamına gelen Avrasya maratonu bu yıl birden benim için de bir hedef oldu. Hedefim koşmaya ara vermeden tamamlamaktı, tamamladım. Bunu  yaparken üç kuruş bağış bile topladım.

Koşuyorum, koşabiliyorum. Sadece yollarda, ormanda, organizasyonlarda değil, yeni hedeflerime koşuyorum.

Her ne kadar yolculuğun kendisi varılacak hedef kadar önemli olsa da bundan böyle hiçbir koşuyu yarım bırakmak yok.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder